30 Ağustos 2008 Cumartesi

Turizm şirketi olarak gözüken villaya kumar baskını

Çamlıca'da kumarhaneye dönüştürülen bir villaya düzenlenen operasyonda yakalanan 20'si kadın 60 kişi gözaltına alındı. Kumarcılar, kumar masalarının örtülerine sarılarak ve çöp poşetlerinin içine girerek basın mensuplarından saklanmaya çalıştılar.

Kısıklı Mahallesi Turistlik Büyük Çamlıca Caddesi'nde, turizm şirketi adı altında faaliyet gösteren bir villada, gece saatlerinde kumar oynatıldığı yönündeki ihbarı değerlendiren Asayiş Şube Müdürlüğü Ahlak ve Kumar Kumar Büro Amirliği ekipleri, söz konusu adrese operasyon düzenledi.

Villada yapılan aramada, bir rulet masası, oyun kağıtları ve yüzlerce pul ile çeşitli kumar malzemeleri ele geçirildi.

Çöp poşetlerinin içine girdiler

Gözaltına alınan şahıslar 10 kişilik guruplar halinde polis otosuna bindirilirken gizlenmek için çeşitli örtüler kullandılar. Kendilerini önce masa örtüsüyle gizlemeye çalışan zanlılar daha sonra perdelerin altına gizlendiler. Kumar oynarken yakalanan ve gözaltına alınan zanlılar gizlenecek masa örtüsü ve perde kalmayınca en sonunda çareyi çöp poşetine girmekte buldular.

Polis araçlarına bindirilerek şubeye götürülen ve kumar oynadıkları öne sürülen 59 kişi, Kabahatler Kanunu gereğince 125'er YTL para cezası ödedikten sonra serbest bırakıldı. Kumar oynattığı iddia edilen iş yeri sahibinin ise adliyeye sevk edileceği bildirildi.

28 Ağustos 2008 Perşembe

Üsküdar’a ressamlar sokağı kurulacak

Üsküdar Belediye Başkanı Mehmet Çakır, 6. Geleneksel Resim Yarışması’nın ödül töreninde, Üsküdar’a bir “Ressamlar Sokağı” kurmak için çalışma yaptıklarını açıkladı.

Üsküdar Belediyesi'nin 20. Uluslararası Kâtibim Kültür ve Sanat Şenliği kapsamında düzenlediği 6. Geleneksel Ödüllü Resim Yarışması 27 Ağustos 2008 Çarşamba günü, Kısıklı Mahallesi sınırları içindeki Küçük Çamlıca Korusu'nda yapıldı. 57 sanatçının katıldığı yarışma, tuval üzerine yağlı boya tekniğinde aktif çalışma olarak gerçekleşti. Resim sanatına gönül veren herkese açık olan yarışma "Çamlıca'dan Tuvale Yansıyan İstanbul" başlığı ile düzenlendi.

Yarışma jürisinin değerlendirmeleri sonucunda, Rafig Azizou’nun eseri birincilik, Recep Kaplan’ın eseri ikincilik, Mehmet Kar’ın eseri de üçüncülük ödülüne lâyık bulundu. Yarışmada Fatih Başbuğ, Bilal Işık, A. Aysel Yaylacıoğlu, Mürüvvet Eser Sarı ve Kemal Tamkoç’un eserleri ise mansiyon aldı. Üsküdar Belediye Başkanı Mehmet Çakır, jüri üyelerine de plaket takdim etti.

Üsküdar Belediye Başkanı Mehmet Çakır, ödül töreninde yaptığı konuşmada, Kâtibim Şenlikleri’ni başlatan eski başkanlardan Dr. Niyazi Yurtseven ile, resim yarışmasını başlatan önceki başkan Yılmaz Bayat’ı böyle bir merasimde anmadan geçemeyeceğini söyledi. Çakır, “Böylesine güzel etkinlikleri başlattıkları için, huzurlarınızda kendilerine teşekkür ediyorum” dedi.

Ressamlar Sokağı için görüşlerinize açığız

Konuşmasında, Üsküdar’a bir “Ressamlar Sokağı” kurmayı düşündüklerini açıklayan Mehmet Çakır, böyle bir sokak için yer tesbiti yapmaya çalıştıklarını söyledi. Çakır, şöyle konuştu:

“Çamlıca Sabahattin Zaim Eğitim ve Kültür Merkezi’nin girişinde bir otopark alanımız var. Otoparkı yerin altına almak suretiyle, üstte ressamlar için belki bir yer oluşturmak mümkündür diye düşünüyorum; ama ‘merkeze uzaktır’ diye eleştiriler de var. Bu konuda görüşü olan arkadaşlarımız bunları bize yazılı olarak bildirirlerse, bizim de önümüzü açmış, sanatçılarımıza daha fazla imkân ve fırsat sağlanmasına katkıda bulunmuş olurlar.”

Ödül töreninin ardından, dereceye giren ressamlar, Üsküdar Belediye Başkanı Mehmet Çakır'la birlikte toplu halde resim çektirdiler.

24 Ağustos 2008 Pazar

Cabir Dilaveroğlu, 1994’ten beri muhtarlık koltuğunda

Kısıklı Mahallesi’nin muhtarlığını, 1994 seçimlerinden bu yana Cabir Dilaveroğlu yürütüyor. 1956 Trabzon’un Yomra İlçesine bağlı Yenice köyünde dünyaya gelen Cabir Bey, İlk ve Orta öğrenimini köyünde tamamlamış. 1970 yılında Kısıklı Mahallesi’ne taşınan Cabir Bey, 1990 yılına kadar inşaat ve taahhüt işleri ile uğraşmış. Daha sonra da Dilaveroğlu Nalburiye’yi açmış. Siyasî partilerde ve çeşitli derneklerde görev almış. 27 mart 1994 mahallî idareler seçimlerinde muhtarlığa aday olmuş ve seçilmiş. O tarihten bu yana Kısıklı Mahallesi’nin muhtarlığını yürüten Cabir Dilaveroğlu, evli ve 6 çocuk babası.

Cabir Bey, muhtarlığa başladığında ilk iş olarak muhtarlık kayıtlarını kendi aldığı bir bilgisayara aktarmış. O dönemde muhtarlığa tahsis edilmiş bir bina da yokmuş. Muhtar da, belediyenin ve mahalle sakinlerinin desteğiyle, hâlen kullanılmakta olan muhtarlık binasını yapılmasını sağlamış.

Muhtarlığı döneminde, Üsküdar Belediyesi’ne müracaatta bulunarak, bakımsız ve âtıl bir vaziyette olan Salih Solman piknik alanının düzenlenmesini sağlamış. Bu park, 2007 yılında yeniden düzenlenerek şimdiki hâlini almış. Cabir Bey, Kısıklı Mahallesi’nin 1994’e kadar olan süreçte ve özellikle belediye seçimleri dönemlerinde kaçak yapılaşmayla oluştuğunu, bu sebeple de yeterince park yapılamadığını belirtiyor. 1994’ten sonra ise “kamuya ve belediyeye ait yerlerin belediyenin Park ve Bahçeler Müdürlüğü tarafindan halka piknik ve park alanı olarak sunulduğunu” söylüyor.

Cabir Beyin diğer bir icraatı da, Ferah Caddesi üzerindeki çeşmeyi yeniden faaliyete geçirmek olmuş. Cabir Bey, caddenin 200 metre yukarısındaki koruluk alanda 100 metre derinliğinde bir sondaj yapılarak su elde edildiğini söylüyor. Mahalle sakinleri, koruluktaki ve cadde üzerindeki çeşmelerden birkaç bidon su alabilmek için, birkaç saat su kuyruğunda beklemeyi göze alıyorlar. Zira, bu çeşmelerden akan kaynak suları, sertlik dereceleri bakımından oldukça kaliteli ve içimi hoş sular.

Muhtar Cabir Dilaveroğlu, 2002 yılında Çamlıca Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’ni kurarak, fakir ailelere yardımlar yapılmasını sağlamış. 35 öğrenciye de 2006-2007 döneminde burs verilmiş.

Cabir Bey, “Göreve geldiğimde mahallemizin sokaklarının bir kısmının altyapısı, birçoğunun da doğalgazı yoktu. Şimdi ise tamamının altyapısı tamamlandı, sorunlu hiçbir sokağımız kalmadı” diyor.

23 Ağustos 2008 Cumartesi

Yazar Ayla Ağabegüm: Adımın bir sokağa verilmesinden hiç de memnun değilim

Üsküdar Belediyesi, eğitimci yazar Ayla Ağabegüm’ün ismini, Kısıklı Mahallesi’nde bir sokağa verdi. Eski adı “Birlik Sokak” olan bu sokak artık “Ayla Ağabegüm Sokağı” olarak anılacak. Ancak Ağabegüm, adının bu sokağa verilmesinden hiç de memnun değil ve belediyenin bu uygulamasını eleştiriyor. Çiçekçi Mahallesi’nde oturan Ağabegüm, hiç yaşamadığı Kısıklı Mahallesi’ndeki bir sokağa adının verilmiş olmasının anlamsız olduğunu düşünüyor.

Sokakların silinen tarihi

Türkiye’de sokak isimleri sık sık değiştiriliyor. Bu değişiklikler, sosyolojik ve folklorik açıdan pek çok olumsuzluğa sebep olmanın yanı sıra, kimi zaman siyasî ve ideolojik tartışmalara da sebep olabiliyor. Herhangi bir caddeye ya da sokağa, siyasî ya da ideolojik kimliğiyle öne çıkan ünlü bir kişinin adı verildiğinde, kaçınılmaz olarak siyasî tartışmalar başlıyor. Bir belediye yönetimi tarafından değiştirilen bir cadde ya da sokak ismi, seçim döneminde belediye yönetimi değiştiği zaman tekrar değiştirilebiliyor. Böylece, geleneksel mahalle kültürümüzün kültür tarihi içerisinde sükûnetle yerini alması gereken masum sokak isimleri, semboller üzerinden sürdürülen siyasî çatışmanın araçları ve mağdurları hâline gelebiliyor. Bu konunun problemli tarafı sadece siyasî tartışmalara sebep olan isimlerle sınırlı değil elbette. Pek çok araştırmacı, sık sık değiştirilen sokak isimlerinin, mahallelerin tarihini de alt üst ettiğini düşünüyor. Çünkü bir araştırmacı, sokak isimlerinden hareketle mahallenin kültürel geçmişini araştırmaya başlasa, mahallenin geçmişiyle hiçbir irtibatı olmayan isimlerle karşılaşacak. O sokaklarda yaşamış ya da o mahalleye kültürel izler bırakmış olan kişilerin isimlerinin sokak tabelalarından çıkarılmış olması ise, sosyolojik olarak açıklanması zor bir çelişkiyi de beraberinde getiriyor. Mahallelerin hafızasının, mahalle kültürünü canlandırıp koruması gereken belediyeler eliyle siliniyor olması ise, kültürel açıdan bir facia olarak değerlendiriliyor.

Aaa, sokağımızın adını değiştirmişler!..

Bu durum, bir sabah uyandıklarında, yıllarca yaşadıkları sokaklarının adının kendilerine sorulmaksızın değiştirildiğini gören mahalle sakinlerini de rahatsız ediyor. Kayıtlı adresler de bütünüyle değiştiği için, adres bulmak ve posta yoluyla gönderilen evrakın yerine ulaştırılması konularında da karmaşa meydana geliyor.

Eğitimci Yazar Ayla Ağabegüm’ün ismi, Üsküdar Belediyesi’ne bağlı Kısıklı Mahallesi’nde bir sokağa verildi. Eski adı “Birlik Sokak” olan bu sokak artık “Ayla Ağabegüm Sokağı” olarak anılacak. Ancak, Ayla Ağabegüm, adının bu sokağa verilmesinden hiç de memnun değil. “Benim Mahallem” dergisi adına, bu konuyu nasıl değerlendirdiğini merak ederek düşüncelerini sorduğumuz Ayla Ağabegüm, memnuniyetsizliğinin sebeplerini özetledi.

Belediye benim de görüşümü alabilirdi

Ayla Ağabegüm, öncelikle, Üsküdar Belediyesi’nin bu konuda kendisine müracaat etmeden, kendisinin düşüncesini alma gereği bile duymadan böyle bir uygulama yapmasından yakınıyor. Ağabegüm, hâlen hayatta bulunan şahısların isimlerinin cadde veya sokaklara verilmesini doğru bulmadığının da altını çiziyor. Bir insanın hayat ve düşünce çizgisinde değişiklikler, kırılmalar olabileceğine işaret eden Ağabegüm, o kişinin o günlerdeki çalışmaları, duruşu ya da konumu gözönüne alınarak verilen isimlerin, kişinin geçirebileceği değişim sonrasında, veriliş sebebiyle uyumsuzluk gösterebileceği uyarısında bulunuyor. Yaşayan her insanın bir şekilde hata yapabileceğini belirten Ağabegüm, adı bir sokağa verilen bir yazarın sonradan yapabileceği ya da içine düşebileceği bir hatanın, başta onun adını taşıyan sokak ya da caddede ikamet edenler olmak üzere, toplumda rahatsızlığa sebep olabileceğine dikkat çekiyor.

Şöhret ve paranın insanları değiştirebildiğini, bunun örneklerinin görüldüğünü hatırlatan Ağabegüm, bazı okullara verilen isimlerin de bu çerçevede değerlendirilmesi gerektiğini belirtiyor. Bir okula adı verilen ünlü bir “sanatçı”nın, magazin dünyası içinde öğrencilere kötü örnek teşkil edecek davranışlar sergileyebildiğini, bunun da eğitimde problemlere sebep olabildiğini söylüyor. Ağabegüm, bu tür uygulamaların siyasî tartışmalara da sebep olabildiğini, adı verilerek onurlandırılmak istenen kişiler için sonradan onur kırıcı bir hâl alabileceğini belirtiyor.

Ahmet Kabaklı örneği

Ağabegüm, yıllarını edebî çalışmalara vermiş ve yüzlerce öğrenci yetiştirmiş Edebiyat Tarihçisi yazar merhum Ahmet Kabaklı’nın isminin, mezun olduğu ve öğretmenlik yaptığı okula verilmesinden sonra, hükümet değişikliğinin ardından, dönemin Millî Eğitim Bakanı tarafından adının kaldırılmasını da üzüntü verici bir örnek olarak hatırlatıyor. Ağabegüm, “Yazarlar hayattayken onurlandırılmak isteniyorsa, bu sadece bir sokağa isimleri verilerek değil, kültürel alanda başka şekillerde de olabilir. Ben, adımın bir sokağa verilmesinden mutlu değilim” diyor.

1997 yılında, dönemin Millî Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam tarafından, eğitime olan hizmetlerinden dolayı, Ahmet Kabaklı’nın ismi yıllardır hizmette bulunduğu Çapa Öğretmen Lisesi’ne verilmiş ve okulun adı “Ahmet Kabaklı Anadolu Öğretmen Lisesi” olarak değiştirilmişti. Ne var ki, hükümet değişikliğinin ardından Millî Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay döneminde okulun ismi değiştirilmiş ve tekrar “Çapa Anadolu Öğretmen Lisesi” olmuştu.

Ahmet Kabaklı, 1940’lı yıllarda Millî Eğitim Bakanlığı trafından staj için gönderildiği Paris’ten dönüşünde İstanbul Çapa Eğitim Enstitüsü’nde edebiyat öğretmeni olarak göreve başlamış ve 1974 yılında emekli olmuştu. Ahmet Kabaklı, 77 yıllık ömrünün 50 yılı aşan bir bölümünde Türk edebiyatına ve edebiyat eğitimine hizmette bulunmuştu… Mezun olduğu ve öğretmenlik yaptığı okula önce adının verilip sonra kaldırılması, o hayattayken ve siyasî tartışmalar içinde yaşanmıştı.

Sokağa adı verilen kişinin o sokakla bir irtibatının olması gerekir

Yazar Ağabegüm’e, “Bir sokağa ünlü bir kişinin adı verilmek isteniyorsa, o kişinin en azından o sokakta ya da mahallede ikamet etmek gibi bir sosyal irtibatı bulunan; ya da o sokağa dair bir sosyal, kültürel faaliyeti olan kişiler arasından seçilmesi daha isabetli olmaz mı?” diye sorduk. Ağabegüm, bu sorumuzu, “tabii, ben de aynı fikirdeyim” diyerek cevaplamaya başladı:

“En azından belediye yetkilileri bana ‘isminizi bu sokağa vermeyi biz uygun gördük ama acaba siz de uygun görür müsünüz?’ diye sorabilirlerdi. Benim böyle bir talebim yok ama, eğer bir sokağa benim ismimin verilmesi düşünülüyorduysa, en azından benim oturduğum semt düşünülebilirdi. Ben Çiçekçi’deyim. Adımın verildiği sokakla hiçbir ilgim yok. Çocukluğumu geçirdiğim bir sokak değil, oradan geçmişliğim bile yok. O sokakla ilgili tek bir yazı bile yazmamışım. Ben, Neyzenbaşı Halil Can Sokağı’nda oturuyorum. Evimin hemen karşısında ahşap bir ev var ve rahmetli Neyzenbaşı Halil Can, seneler evvel orada oturmuş. Bakın sokağın isminin bu olması bu bakımdan ne kadar güzel bir şey. Tabii, orada bir levha olsa, sokağa ismini veren kişi hakkında bilgiler yer alsa, mahallenin çocukları, gençleri de bilse ne güzel olur…”

Eğitimci Yazar Ayla Ağabegüm’e, son derece önemli olan bu “sokak isimleri” konusunun bir panelde tartışılması hâlinde konuşmacı olarak katılıp katılmayacağını sorduk. “Memnuniyetle katılırım” cevabı, bizi de memnun etti.

***
Kısıklı Mahallesi’ndeki sokakların eski ve yeni isimleri:

Ada Tepe – Abdullah Çavuş, Akdeniz – Okyanus, Anadolu – Medeniyet, Aydın – Alim, Bahar – Baha, Barbaros – Işın, Başaran – Gemici, Başçay – Vefakar, Bayır – Cömert, Birinci – Erbaş, Birlik – Ayla Ağabegüm, Cami – Minare, Çamlık – Doğuş, Çeşme – Zarif, Çiğdem- Demet, Çimen- Firuze, Esen – Zeybek, Funda – Deva, Gül – Damla, Güler – Defne, Güven – Asude, Güzel – Alperen, Karanfil – Revan, Kuruntu – Mevlana, Lale – Alaçam, Mehtap – Seher, Mete – Salkım, Özlem – Mihriban, Öztürk – Sadrazam, Papatya – Nadide, Şafak- Sema, Sefa – Akın Bey, Sümbül – Hakkı, Yavuz – Candan, Yeni Yol – Yıldıran, Yeşim – Rehber, Yıldız – Yemiş, Yılmaz – Canver, Zümrüt – Ufuk

21 Ağustos 2008 Perşembe

Kısıklı’da tramvaylı günler başkaydı...

Kısıklı’yı sorup soruştururken, Kısıklı Meydanı’ndaki Meydan Market’in sahibi Mehmet Küçükkantarcı’nın buraların geçmişini iyi bildiğini duyduk. Mehmet Bey’in yanına gidip birkaç soru sormaya başladığımızda, az ileride duran 70 küsur yaşlarındaki dayısını işaret ederek, “Şimdi büyüğümüz burada dururken benim konuşmam doğru olmaz. Önce ona sorun isterseniz” diyerek, bizi ona yönlendirdi. Biz de, “Kemal” lâkaplı Hüseyin Kuşkonmaz’a uzattık mikrofonumuzu.

Hüseyin Kuşkonmaz, “Buralar hep çayırlıktı. Vaktiyle biz bu meydanda top oynardık” diyor. Bir süre sonra sefere başlayan tramvayın da bu meydandan geçtiğini hatırlatıyor. Tramvayın kaldırılmasından sonra otobüs seferlerinin başladığını belirten Hüseyin Bey, “Ben zaten o zaman belediye otobüs şoförlüğü yapıyordum” diyor.

Eski Çamlıca’ya uzanınca da, Osmanlı Padişahı Sultan Reşad’ın Veliahdı Yusuf İzzettin Efendi’nin Çamlıca Tepesi’ndeki köşkünü hatırlatıyor. Köşk’ün karşısında da, bu civarın güvenliğini sağlayan atlı polislerin kullandıkları ahırlar olduğunu belirtiyor. “Özel kıyafetleri, kırmızı yakaları, önlerinde böyle kayışları vardı” diye anlatarak. Hüseyin Bey’in anlattığına göre, Kısıklı civarında polisler, bekçiler, geceleri de sabaha kadar dolaşırlarmış. Hüseyin Bey, o yıllarda bu civarda asayişi bozan pek bir olay yaşanmadığını, günümüzde de mahallede pek bir tatsızlık olmadığını memnuniyetle ifade ediyor.

“Tomruk bir mesire yeriydi. Bütün halk, çoluğuyla çocuğuyla mesire için oraya gelirdi” diyen Hüseyin Bey, bütün o yeşil alanların yerine binaların yapılmış olmasından üzüntü duyduğunu söylüyor.

Kısıklı Meydanı’nda ayak üstü mikrofonumuza konuşurken, bazen Çamlıca Tepesi’ne, bazen Kısıklı Meydanı’na bakarak eski günleri hatırlıyor:

“Şile’den manda arabaları gelirdi. Burada biraz dinlenirler, sonra yollarına devam ederlerdi. Üsküdar’a, Kadıköy’e kömür götürürlerdi. Bakkal vardı burada. Altunizade’den buraya alışverişe gelirlerdi. Bir de muhallebici vardı burada.”

Yakın yıllara kadar burada faaliyet gösteren İzmir Gazinosu’nun arkasında üzüm bağları olduğunu belirtiyor. “Adanalı Bektaşî Ekrem Bey vardı, buraları olduğu gibi onundu” diyor.

Kim bu Çamlıcalı Haydar?

Zaman zaman adı kulağımıza gelen Çamlıcalı Haydar’ı tanıyıp tanımadığını merak ediyoruz. Acaba Çamlıcalı Haydar, geleneksel mahalle kültürü içinde, mahalle halkının çekindiği ama bir o kadar da sevip saydığı; mahalleyi koruyup gözeten, kötüleri cezalandıran bir kabadayı mıydı, yoksa etrafındakileri rahatsız ve tedirgin eden bir eşkıya mı?

“Çamlıcalı Haydar” ismini hiç duydunuz mu diye soruyoruz. Gülerek “o benim çırağımdı” diye cevap veriyor. “Ufacıktı, geldi. O zamanlar ayağında lastik şoşonlar vardı, kısa pantolonlu filan... Ufacık, şu kadardı ya…” diye tebessüm ederek anlatmaya başlıyor:

“Ben son zamanlarda taksi şoforlüğü yapıyordum, o da geldi benimle beraber filan. Kadıköy-Üsküdar arasında çalışıyordum. ‘Kemal abi, ben de geleyim, ben de geleyim...’ Gel, dedim, takıldı benle, ondan sonra Kadıköy’de kaldı. Orada birileriyle tanıştı, orada kaldı.”

Anlaşılıyor ki, “Çamlıcalı Haydar” diye bilinen bu kişi, Kadıköy’de tanıştığı serserilere uyup, yolunu değiştirmiş, kirli işlere bulaşmış. Hüseyin Bey, “Eve bile gitmezdi, oralarda yatıp kalkmaya başladı” diyor. Sonra bir teğmeni vurduğunu, uyuşturucu işlerine bulaştığını anlatırken, “gazeteler yazdı” diye belirtiyor. Anlattığına göre, Çamlıcalı Haydar’ın sonu da kötü olmuş:

“Kavgalar, polis öldürmeler bilmem neler derken, sonra hapishaneye düştü. Gani diye birisi vardı, kumarhanesi vardı, haraç isterdi. Oğlunu gönderdi hapishaneye. İçeriden de gardiyanlara tabanca verdirtti para ile, içeride vurdurttu oğluna.”

Hüseyin Bey, Çamlıcalı Haydar’ın Çamlıca’ya pek uğramadığını da belirterek, “Kadıköy ve gazhaneye takılırdı. Orada Araplar maraplar vardı, onlarla takılırdı” diyor. Anlaşılan, Haydar bir kabadayı değil bir eşkıya imiş. Lâkabı “Çamlıcalı Haydar” olsa da, Çamlıca kültürü ile hiçbir ilgisi de yokmuş. Bir serseri, bir çete mensubu olarak yaşamış ve macerası hapishanede öldürülerek noktalanmış.

Kısıklı rant alanı oldu ve tüketildi

Hüseyin Kuşkonmaz’ın ardından, tekrar Mehmet Küçükkantarcı’ya uzattık mikrofonumuzu. Kısıklı’daki sosyal değişimi sorduğumuz 1954 Kısıklı doğumlu Mehmet Bey, insanlar arasındaki sosyal ilişkilerin, saygı ve sevgi anlayışının zayıfladığını düşünüyor. Ekonomik bakımdan bir değerlendirme yapmasını istediğimizde de, eskiden Şile’ye giden turistlerin Kısıklı’da konaklayıp alışveriş yaptıklarını, bunun da bu yöreye ticarî bir canlılık kazandırdığını, şimdilerde bu canlılığın hayli azaldığını belirtiyor. Dayısı Mehmet Bey gibi o da İzmir Gazinosu’nu hatırlıyor ama bambaşka bir sebeple: “Hepimiz orada sünnet olurduk. Ben de 1962’de orada sünnet oldum.”

Mehmet Bey, eski otobüsleri de nostaljik duygularla hatırlıyor ve anlatıyor: “Kısıklı durağımız vardı burada. 1 numara Kadıköy’den, 9 numara Üsküdar’dan buraya gelirdi. Tramvay zamanından kalan numaraydı onlar. O kaldırıldı. Eski muhitlerin kaybolduğu gibi, bizim Kısıklı da kayboldu. Villalara kaydı, tepelere kaydı; bu mahalle bu kadarcık bir yer olarak kaldı. Sit alanı olduğu için inşaat izni de yok. Transit geçit yeri gibi bir yer oldu şu anda.”

Tramvaylı günler başkaydı

Tramvaylı günlerden bahsetmesini istediğimizde de “muhteşemdi canım” diyerek başlıyor anlatmaya. Kısıklı’nın göbeğinde, İngilizler’den kalma bir gözetleme kulesinin plantonluk olarak kullanıldığını söylüyor. “Oradaki memur bir zile basar ve tramvay hareket ederdi. Fakat insanlar o kadar birbirlerini tanıyorlardı ki, meselâ işe gidenler diyorlar ki ‘Aman vatman Bey biraz bekleyin, Ahmet Bey yokuştan geliyor’... Vatman da bakıyor Ahmet Bey geliyor, 1-2 dakika bekliyor, o da biniyor gidiyor. İnsanların birbirlerine saygısı, sevgisi vardı. Mümkün değil, ben tramvayda oturduğumu hatırlamam. Şuradan binerdim boşken, bakardım benden 3-5 yaş büyük birisini görünce hemen ayağa fırlardım. Şimdi bakıyorum, ufacık çocuklar uyuma numarası yapıyor. Tramvaylı günler başkaydı yani…”

Bir mesire yeri olarak Çamlıca Tepesi eski yıllarda da büyük bir rağbet görürmüş. İnsanlar diğer semtlerden otobüslerle gelir, Kısıklı’da inip alışveriş için dükkânlara akın ederler, sonra da Çamlıca’ya çıkarlarmış. Akşam saatlerinde dönüşte aynı curcuna yaşanır, kimileri araçlarla, kimileri de yürüyerek evlerinin yolunu tutarmış.

Yazlık sinemalar

Mehmet Bey, “Bizim özlemimiz de yazlık sinemaydı” diyor ve şunları anlatıyor: “Burada yoktu, Bağlarbaşı’nda 4-5 tane yazlık sinema vardı. Geceleri yürüyerek sinemaya giderdik. Onikide, oniki buçukta çıkardık. Şimdi Medical Hospital’ın olduğu yerde Çiftlik sineması vardı, en iyisi oydu. Şimdi Bağlarbaşı’nda Fortis Bank’ın yanındaki boş olarak duran arsada Neşe sineması vardı. Sonra Toprak Pasajı’nın arkasında vardı Ant Sineması diye.”

Mehmet Bey, tramvaylı, sinemalı günleri yad ederken, akşam yürüyüşlerini hatırlayınca, Altunizade’den Kısıklı’ya kadar, yolun her iki yanındaki ağaçların adeta bir tünel oluşturduğunu da belirtmeden geçmiyor.

Çileğin kokusunu unutmamış

İlkokulda okurken arada sırada öğretmenlerinin kendilerini Tomruk’a pikniğe götürdüğünü anlatan Hüseyin Bey, o mevkide çilek tarlası olduğunu belirtiyor. Şimdi küçük bir musluktan çok sınırlı olarak su alınan Tomruk çeşmesinin vaktiyle bilek kalınlığında oluklarından gürül gürül suların aktığını da hasretle anlatıyor. Kısıklı merkezinin bir rant alanı hâline geldiğini kızgınlık içinde ifade ediyor. Vaktiyle yukarı kısımlarda bamya yetiştirildiğini söylüyor. “Çilekçi Yusuf amca vardı. Ben küçüktüm. Çileği oradan getirirken, kokusu buraya gelirdi” diyor. Sonradan kaldırılan İzmir Gazinosu’nun aşağı kısımlarında vaktiyle üzüm bağları olduğunu, sepetlere doldurulup satıldığını söylüyor.

Kısıklı Abdullahağa Camii’nin hemen altında, (Çömlek’in eski yerinde) hayli eski bir çay bahçesi olduğunu da hatırlatırken, oradaki ağaçların kesilmesinden duyduğu üzüntüyü de ifade ediyor. Çömlek’in Çamlıca’ya taşınmasının ardından boş kalan bu yerde belediyenin henüz herhangi bir çalışma yapmadığını söylüyor.

Gösteriş için restoranlarda iftar veriliyor

Eski Kısıklı’da Ramazanları soruyoruz, özlemle anlatıyor o günleri: “Ramazanlar bolluk bereket içinde geçerdi, yağardı yani. Hali vakti yerinde olanlar çoktu, iftarlar verilirdi. Şimdi hepsi göstermelik, restoranlarda veriliyor iftarlar. Bilmem kimin iftarı var bilmem ne restoranda, diyorlar. Eski tadı tuzu kalmadı ama buna da şükür diyoruz; beterin beteri var çünkü.”

Kısıklı’da sükûnet, Abdullahağa Camii’nde huzur…

Geleneksel kültürümüz içerisinde, sosyal hayatımızın ayrılmaz bir parçası olan “mahalle kültürü”nün en önemli unsurlarından birisi de hiç şüphesiz cami ve caminin imamı.

“Mahalle kültürü”nün, insanî duyguların ve komşuluk ilişkilerinin kuvvetli olduğu yıllarda, mahalle camiinin imamı, sadece namaz kıldıran bir din görevlisi olmanın ötesinde, mahalle sakinlerinin her türlü sıkıntısıyla ilgilenen, bilgisine, yardımına başvurulan bir sosyal unsurdu. Mahalle imamlarının “mahalle kültürü” içerisindeki bu yeri, eskiye kıyasla oldukça azalmış olsa da, hâlâ devam ediyor. Hayli yaklaşan Ramazan ayı, bütün sosyal hayatımızı kuşatan özellikleriyle, giderek zayıflayan bu “mahalle kültürü”nün yeniden canlandırılması için de büyük bir fırsat teşkil ediyor. İşte, İstanbul’un muhtelif mahallelerinde yayımlanan “Benim Mahallem” dergisinin Kısıklı Mahallesi’ndeki bu ilk sayısında, tarihî Kısıklı Abdullahağa Camii’nin imamlarıyla, hem cami-mahalle ilişkisini, hem de Kısıklı’yı konuştuk.

Hasbi Hoca irtibatı koparmamış

Tarihî Abdullahağa Camii’nin imamlığını son 7 yıldır Mehmet Büyük yürütüyor. Ancak, camide yaklaşık 42 yıl imamlık yapmış olan Hasbi Kurşun, emekli olmasına rağmen cami cemaatine hizmet vermeye, onlarla irtibat hâlinde olmaya devam ediyor. Gerek vaazlarıyla, gerekse zaman zaman cemaate imamlık yaparak. Sohbetler, cami avlusundaki çınar ağacının altında da devam ediyor tabi. Camiin hemen yanıbaşındaki çay ocağından gelen demli çayların tadıyla tatlanarak…

1934 Trabzon Çaykara doğumlu Hasbi Hoca, 2001 yılında emekli olmuş.

Hasbi Hoca, 1958 yılında vatanî görevini tamamladıktan sonra, Eminönü’de Üç Mihraplı Cami’de 3 yıl görev yapmış. Ardından, Fatih Zembilli Ali Feyzi Camii’nde hizmet vermiş. 1967 yılında da, Süleyman Hilmi Tunahan Hocaefendinin tavsiyesiyle, Kısıklı Abdullahağa Camii’nde imamlık yapmaya başlamış. Hasbi Hoca, “o zamanlar imamlar devlet memuru olarak tayin edilmiyordu; ehil olup da bu hizmete lâyık görülenler imamlık yapıyordu” diyor.

42 yıldır Kısık’lı’da bulunan Hasbi Hoca’ya, Kısıklı’nın dününü ve bugününü soruyoruz. Genellikle mütebessim çehresi ve son derece sakin üslûbuyla kısa cevaplar veriyor. Otobüs durağında “Çamlıca” yazan ve Kısıklı’nın ilk ve asıl yerleşim yeri olan Kısıklı Meydanı ve civarının geçirdiği sosyal değişimi özetlemesini istiyoruz. Mahallenin sonraki yıllarda Ferah Mahallesi’ne doğru genişlediğini ve o civarda hayli değişiklik gösterdiğini; ancak asıl Kısıklı olarak bilinen muhitin sit alanı olması sebebiyle, cami civarında çok ciddi ölçüde bir değişiklik olmadığını söylüyor.

Gazinonun kaldırılması çok hayırlı bir iş oldu

Cami civarındaki sosyal ilişkilerin, birçok muhite kıyasla daha iyi olduğunu, ancak Türkiye’nin genelinde görülen sosyal değişimin hâliyle Kısıklı’ya da yansıdığını ifade ediyor. Vaktiyle, camiin hemen karşısında İzmir Gazinosu’nun yer aldığını, bu gazinonun gürültüsünün çoğu zaman camide namaz kılmayı ve geceleri uyumayı bile zorlaştırdığını anlatıyor. O zamanlar bütün çablarına rağmen bu gazinonun oradan kaldırılmasını sağlayamamışlar. Tâ ki, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yaptığı döneme kadar. Bu konudaki rahatsızlık Erdoğan’a iletilince, gazino oradan başka bir yere taşınmış, gazinonun arazisi de kamulaştırılarak halka açık güzel bir parka dönüştürülmüş. Bugün çok sayıda ağacın huzur dolu gölgesinde mahalle sakinlerini ve misafirlerini dinlendiren o park, sunî kayalıklardan şırıl şırıl akan suları, girişindeki fıskiyeli havuzu, çocuk parkı ve spor kompleksiyle, mahallenin sükûnetini paylaşmaya devam ediyor.

Hasbi Hoca, tarihî Kısıklı Camii’nin müdavim cemaatinin yanı sıra, çok sayıda misafir ziyaretçisi de olduğunu, İstanbul’un gözde mesire alanlarından Küçük ve Büyük Çamlıca tepelerine gelenlerin de namazlarını burada eda ettiklerini memnuniyetle ifade ederken, “otopark sıkıntısı olmasa çok daha fazla ziyaretçisi olurdu” diyor. Camiin, Türkiye’nin muhtelif şehirlerinden ziyaretçileri olduğunu belirten Hasbi Hoca, zaman zaman yolu bir vesileyle Kısıklı’ya düşen bazı siyasîlerin bu tarihî camide namaz kıldıklarını görmekten memnuniyet duyduğunu da dile getiriyor.

Hasbi Hoca, Kısıklı’nın özelliklerinden bahsedildiğinde, bu civarın “bütün cemaatlerin temsil edildiği bir muhit” olduğunu söylüyor.

‘İftar verilir’ yazısından ‘dikkat köpek var’ yazısına değişim

Sözü Kısıklı’nın eski Ramazan günlerine getirdiğimizde, mahalle eşrâfının köşklerinde mukabele okunduğunu, mahalle sakinlerine iftar yemeği verildiğini anlatıyor. Bu geleneğin, Kısıklı’da imamlık yapmaya başladığı ilk yıllara kadar devam ettiğini belirtirken, armatör Hacı Halil Uzuner’le armatör Mustafa Demirel’in adlarını zikrediyor. “Çamlıca’da köşkler çoktu. Ramazan’da iftar verilen köşklerin kapısında iftar verildiğine dair duyuru mahiyetinde yazılar olurdu. Bu sayede, fakir fukara ve gurbetçiler, hangi köşkte iftar verildiğini bilir, davete gerek kalmaksızın buralarda iftar ederlerdi. Şimdi ise ne yazık ki, etraftaki villaların kapılarında sadece ‘dikkat köpek var’ yazılarını görüyoruz” diyor.

Mehmet Hoca: İyi ki buradayım

Kısıklı Abdullahağa Camii’nin imamlığını 7 yıldır Mehmet Büyük Hoca yürütüyor. Rize merkez ve Güneysu’da Kur’ân Kursu Öğretmenliği yaptıktan sonra, Kısıklı’ya tayin olmuş. Bakımlı, temiz ve düzgün giyinmeye özen gösteriyor. Kibar, güleryüzlü ve mütevazı… İstanbul’un en güzel muhitlerinden birinde görev yaptığını düşünüyor ve bu mutluluğunu ifade ederken, “iyi ki buradayım diye düşünüyorum” diyor. Pekçok yerde, cami cemaati arasında imama yönelik dedikoduların yapıldığını, bunun imamların karşılaştıkları en büyük sıkıntılardan birisi olduğunu; ancak Kısıklı Mahallesi’nde böyle kötü bir alışkanlıkla karşılaşmadığı için çok memnun olduğunu belirtiyor.

Kısıklı’nın yerlilerinden oluşan cami cemaatinin ekonomik ve kültür seviyelerinin yüksek olduğunu, birbirleriyle olan sosyal ilişkilerinin de iyi bir seyir içinde devam ettiğini söylüyor. Mehmet Hoca, cemaatten Müftülüğe yapılmış hiçbir şikâyet olmadığını da memnuniyetle belirtiyor. Kur’ân-ı Kerîm öğrenmek isteyenlere yardımcı olduklarını belirtirken, “Kur’ân öğrenmek için bize başvuranlar arasında 70 yaşında olanlar bile var” diyerek, 70’inden sonra bile olsa Kur’ân öğrenmeye azmedenler olduğunu görmekten duyduğu memnuniyetini ifade ediyor.

Kısıklı Mahallesi’ne Ramazan daveti

Geleneksel “mahalle kültürü”müz içerisinde imamın bir müracaat kaynağı olduğunu hatırlatıp, ‘herhangi bir sıkıntısını, müşkülâtını size açıp yardım isteyen oluyor mu’ diye sorduğumuzda, “maddî sıkıntıdan kaynaklanan bir yardım talebi olmadı ama diğer konularda zaman zaman böyle talepler oluyor ve elimizden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyoruz” diye karşılık veriyor.

Cami sohbetlerinde, mahalle kültürünün, komşuluk ilişkilerinin canlı tutulması için tavsiyelerde bulunduklarını belirten Mehmet Hoca, “cemaatimizin müdavimleri arasında bir eksik olduğunu farkettiğimizde, bir sıkıntıda olup olmadığını sorup soruşturuyoruz; hastaları ziyaret ediyoruz” diyor.

Çamlıca’nın mesire yerlerine yapılan geziler sebebiyle, camiin sadece Cuma ve bayram namazlarında değil vakit namazlarında da dolu olduğunu, tarihî bir cami oluşu sebebiyle de ziyaret edildiğini söylüyor.

Ramazan ayında teravih namazlarına büyük bir rağbet olduğunu ifade eden Mehmet Hoca, hatim’in yanı sıra her akşam halka açık sohbetlerin yapıldığını da belirterek, bütün Kısıklı Mahallesi sakinlerini Ramazan’da da camilerine davet ediyor.

Sefa Camii’nde Ayhan Hoca

Sonradan artan yerleşimin yoğun olduğu Kısıklı Mahallesi ile Ferah Mahallesi arasında Sefa Camii yer alıyor. Bir mahalle için hiç de küçük sayılmayacak ferah bir cami olan Sefa Camii’nin imamlığını ise, son 3 yıldır Ayhan Aydemir yürütüyor.

1974 Bolu Gerede doğumlu Ayhan Hoca, ilk, orta, lise ve hafızlık eğitimini Gerede’de tamamlamış; ardından da İlahiyat Önlisans Programını bitirmiş. Çengelköy Kerime Hatun Eğitim Merkezi’nde Aşere-i Takrib kursunu tamamlayarak “Kurrâ Hâfızı” olmuş.

13 yıldır sürdürdüğü resmî görevinin 5 yılı İstanbul’da geçmiş. Daha önce Yavuztürk Mahallesi Bilâl-i Habeşî Camii’nde 20 ay imamlık yapan Ayhan Hoca, lojman sıkıntısı sebebiyle tayin talebinde bulunarak Kısıklı Mahallesi Sefa Camii’nde görev yapmaya başlamış.

Kendisiyle, Ramazan öncesi izne ayrılacağı gün yaptığımız kısa görüşmede, Kısıklı Mahallesi’ne dair intibalarını sorduk. Ayhan Hoca, mahalleden memnun olduğunu belirtmekle birlikte, henüz 3 yıllık bir görev süresini, mahalle hakkında bilgi vermek için yeterli bulmadığını söyledi. Ayrıca, Hasbi Hoca’nın 42, Mehmet Hoca’nın 7 yıllık tecrübelerinin yanında, 3 yıllık “yeni” bir imam olarak kendisinin Kısıklı Mahallesi hakkında bilgi vermesinin edep ve hürmet bakımından münasip olmayacağını belirterek de tevazu gösterdi.

Ayhan Hoca, izin dönüşü, mübarek Ramazan’la birlikte yeniden Kısıklı Mahallesi sakinleri ve Sefa Camii cemaatiyle beraber olacak.

Kısıklı Mahallesi

Sonraki sayılarımızda geniş bir şekilde inceleyip ayrıntılı olarak anlatacağımız Kısıklı Mahallesi’ne şimdilik genel hatlarıyla bakalım:

Kısıklı Mahallesi, İstanbul’un en gözde mesire yerlerinden birisi olan Çamlıca Tepesi’nin eteklerinde kurulu. Küçük ve Büyük Çamlıca tepeleri gibi tarihî geçmişi olan gözde sayfiye yerlerini sınırları içinde tutan şanslı bir mahalle.

Deniz seviyesinden 267 metre yükseklikteki Büyük Çamlıca Sefa Tepesi, ziyaretçilerine, İstanbul Boğazı’nı en geniş açıdan gören, Boğaz’ı bir harita gibi seyredebilecekleri harikulâde bir manzara sunuyor.

Çam ağaçlarıyla kaplı bu güzel koruluk, 1882 tarihinde sahibi tarafından 250 kuruşa Üsküdar oduncularına satılmış. Tepenin zirvesinde buranın ilk sahibi İvaz Fakih’in kabri bulunuyor.

Geçmiş yıllarda serserilerin mekânı hâline gelen bu güzelim tepe, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenip “Çamlıca Sosyal Tesisleri” kurulunca, ailelerin gönül huzuru içinde ziyaret edebildikleri bir mesire alanına dönüştü. Klasik Türk Müziği yayını yapılan köşkleri, çay bahçeleri, restoranlarının yanı sıra; yürüyüş parkurları, ağaçları, rengârenk çiçekleri ve muhteşem Boğaz manzarasıyla Çamlıca Tepesi, yerli ve yabancı turistlerin ziyaret etmeden geçmedikleri bir mekân.

Küçük Çamlıca ise, Sofa, Cihannüma ve Topkapı Köşkleriyle ziyaretçilerine tarihî bir atmosfer içinde hizmet veriyor. Kayalıklardan şırıl şırıl akan suları, Su Köşkleri ve küçük göletleriyle, huzur veren bir mesire yeri olan Küçük Çamlıca korusunun tepesinden, adaları da içine alan geniş ve muhteşem bir deniz manzarasını seyretmek mümkün.

Kısıklı isminin çevrede bulunan çok sayıdaki su kaynağıyla ilişkili olduğu söylenir. Lehçe-i Osmanî'de “kısıklı” kelimesi, ‘kayadan akan çeşme’ olarak tarif ediliyor. Hüseyin Ayvansarayî’ye göre ise burası iki tepe arasında kaldığı için “kısıklı” adını almış. Bazı kaynaklarda “Kısıklı” kelimesinin, dar kaya oyuklarından çıkan kaynak sularına verilen bir isim olduğu belirtiliyor.

Nitekim, tarihi hayli eskilere uzanan çeşmelerinden bazıları, günümüzde hâlâ sadece mahalle sakinlerinden değil, civar mahalle ve semt sakinlerinden de rağbet görmeye devam ediyor. Sertlik dereceleri 1-2 civarında olan içimi hoş bu kaynak sularından 1-2 bidon doldurmak isteyenler, birkaç saat su kuyruğunda beklemeyi bile göze alıyorlar. Tarihî Kısıklı Abdullah Ağa Camii’nin altındaki tarihî Kısıklı Çeşmesi’nin suyunun kesik olması, suyu hayli azalmış olarak incecik akan Tomruk çeşmesinin de bir et lokantasının bahçesinin içinde kalması sebebiyle, bu çeşmelerden faydalanmak mümkün olmuyor. Kısıklı Çeşmesi’nin biraz yukarısında yer alan çeşme ise, saat 10.00-15.00 arasında, araç başına 2 bidon verilmek suretiyle, temiz ve kaliteli su temin etmek isteyenlerin kullanımına sunulmuş durumda. Turistik Çamlıca Caddesinin altındaki korulukta yer alan çeşme de, uzun kuyruklar oluşturacak kadar rağbet görmeye devam ediyor.

İlk olarak 14.yüzyılda Osmanlı topraklarına katılan Kısıklı ve yöresi, daha sonraları sık sık el değiştirmiş ve son olarak 1. Mehmet tarafından kesin olarak fethedilmiş. Osmanlılardan önce de sayfiye yeri olan Kısıklı, Osmanlı toprağı olduktan sonra avlanma alanı olarak da kullanılmış. Osmanlılar döneminde Kısıklı’da saray için avcı kuş yetiştirildiği belirtiliyor.

Kısıklı’nın asıl iskânı 4. Murat zamanında gerçekleşmiş.Özellikle Aziz Mahmud Hüdaî Hazretlerinin, komşu mahalle Bulgurlu’ya yerleşmesi üzerine, burada Celvetî tekkeleri kurulmuş. Yörede Bektaşî tarikatına ait Tahir Baba Tekkesi’nin kuruluşuyla birlikte, tekke sayısında artış görülmüş.

Muhafazakâr yapısıyla bilinen Kısıklı Mahallesi’nin bu özelliği, tarihî geçmişine, kültürel köklerine dayanıyor.

Kısıklı Abdullahağa Camii ve Şeyh Selâmi Ali Efendi Camii, tarihî camiler olarak; Sefa Camii ise bunlara kıyasla yeni bir cami olarak, mahalle sakinlerine huzur ve sükûnet sunmaya devam ediyor. Mahalle sakinleri, Ülker tarafından yaptırılan ancak inşaatı 2 yıldır tamamlanamayan camiin de bir an önce hizmete girmesini bekliyor. Kısıklı Kız Kuran Kursu ile Çamlıca Kız Kuran Kursu da, mahallenin çocuklarına hizmet vermeye devam ediyor.

Yılında kurulmuş olan Çamlıca Spor Kulübü, sporseverlerin uğrak mekânı olmaya devam ederken, “Çamlıca Huzurevi” de yaşlılara hizmet veriyor. Bazı tarihî şahsiyetlerin de medfun olduğu Çakaldağı Mezarlığı ise, geleneksel mezarlık kültürümüze uygun bir şekilde, servi ağaçlarının gölgesinde dünyanın faniliğini hatırlatmaya devam ediyor.

19. yüzyılda Kısıklı, Osmanlı bürokratları ve Müslüman zenginlerin tercih ettiği bir mesire yeriymiş. Tanzimat döneminde ise siyasî ve edebî toplantıların yapıldığı bir yer hâlini almış. Edebî ve tarihî araştırmalara dayanan kitapları ve makalelerinin yanı sıra, kültürel programlardaki sohbetleriyle de tanınan yazar Dursun Gürlek de bu mahallede ikamet ediyor. Mahallenin bu kültürel geçmişi, günümüzdeki yapısına da değişik şekillerde yansıyor.

Mahalleli basından memnun, radyasyondan şikâyetçi

Samanyolu Televizyonu’nun merkez binası ile Kanal A televizyonunun İstanbul stüdyoları, Kısıklı Mahallesi sınırları içinde yer alıyor.

STV bünyesinde ayrıca, Mehtap TV, S Haber, Yumurcak TV de yayın yapıyor. Burç FM, Akra FM, Marmara FM, Polis Radyosu ve İstanbul FM de mahalle sınırları içinde yer alan diğer radyo istasyonları.


Mahalle halkı, birer kültür kuruluşu olan medya organlarının mahalle sınırları içinde olmasını bir itibar vesilesi olarak görüyor. Ne var ki, idarî binaları Kısıklı Mahallesi sınırları içinde olan medya kuruluşlarının yanı sıra, bütün radyo ve televizyonların verici kuleleri de Çamlıca'da bulunuyor. Bu ise, mahallenin yüksek oranda radyasyona maruz kalmasına sebep olduğu için, insan sağlığını tehdit eden bir olumsuzluk olarak değerlendiriliyor. Verici kulelerinin oluşturduğu görüntü kirliliğinin de, tarihî Çamlıca Tepesi'ne yakışmadığı belirtiliyor. Kulelerin Çamlıca'dan kaldırılıp tek bir kulede toplanması için belediyeler tarafından başlatılan çalışma, uzun zamandan beri hayata geçirilemedi. Bu proje, kısa vadede gerçekleştirilebilecek gibi de gözükmüyor. Mahalle halkı ise bu sürecin yavaş işlemesinden hayli şikâyetçi.

Eğitim kurumlarının tercihi Çamlıca

Mahallenin çocukları, ilköğrenimlerini Kısıklı İlköğretim Okulu ile 1916 yılında kurulmuş olan Çamlıca İlköğretim Okulu’nda görüyorlar. Ancak Kısıklı Mahallesi özel okullar bakımından da oldukça zengin. Arda Asalet Lisesi, Özel Erdil İlköğretim Okulu ve Anadolu Lisesi, Özel Çamlıca Kalem Eğitim Kurumları ve Özel Büyük Çamlıca Koleji, değişik semtlerden gelen öğrencilerine özel eğitim veriyor. Mahallede çok sayıda da anaokulu bulunuyor. Mahalle sınırlarının hemen bitiminde, komşu mahallelerin sınırları içinde kalan diğer özel okullar da “Çamlıcalı okullar” olarak muhitin büyük eğitim kurumları olarak sıralanıyor. Coşkun Eğitim Kurumları ile Bilfen Çamlıca İlköğretim Okulu bunlar arasında.

Yeterli sayıda büyük marketleri ile mahalle sakinlerinin gündelik alışveriş ihtiyacına büyük ölçüde cevap veren Kısıklı Mahallesi; kırtasiyesinden tuhafiyesine, bakkalından kasabına, berberinden terzisine, elektrikçisinden nalburuna, fırınından pastanesine, eczanesinden diyaliz merkezine kadar pek çok ticarî birimi de bünyesinde barındırıyor.

Mahalle sınırları içinde, ticarî alanı İstanbul ve Türkiye sınırlarını aşan bazı firmaların idarî merkezleri de yer alıyor. Bunlardan ilk göze çarpanı da Ülker. Çamlıca Fidanlığı ise, İstanbul’un dört bir tarafından rağbet gören ve Kısıklı Mahallesi ile özdeşleşmiş bir peyzaj kuruluşu durumunda.

Kısıklı nereli? Nereli değil ki!

Kısıklı’nın yerlileri, asıl kısıklı olarak bilinen Kısıklı Meydanı ve Çamlıca’ya uzanan caddeler etrafında yerleşmiş durumda. Bu kısım, ağaçlı-çiçekli geniş bahçelere sahip gösterişli villaları ile, diğer kısımlardan oldukça farklı bir görüntü sunuyor. Zira, Kısıklı Mahallesi’nin Ferah Mahallesi’ne uzanan kısmı sonradan yapılaşmış. Bu civarda, Türkiye’nin değişik şehirlerinden İstanbul’a yerleşmiş aileler oturuyor. Doğu Bölgelerinden Siirt, Diyarbakır, Mardin, Ağrı, Elazığ; Karadeniz Bölgesinden Rize, Giresun, Zonguldak, Samsun, Ordu, Kastamonu; İç Anadolu Bölgesi’nden Sivas, Kayseri, Çorum ilk akla gelenlerden. Doğu bölgelerinden gelen ailelerin çok çocuklu ve dar gelirli oldukları, belediye ve vakıfların yardımlarından faydalandıkları belirtiliyor. Üsküdar Belediyesi’ne bağlı olan Kısıklı Mahallesi’nin bu kısmı, Ümraniye Belediyesi’nin de “kapı komşusu” durumunda.

Âşinâ numaralar: 11-Y, 14-F, 14-R

Mahallenin Kadıköy ve Üsküdar’a ulaşımı belediye otobüsleriyle sağlanıyor. Üsküdar-Yavuztürk Mahallesi arasında sefer yapan 11-Y numaralı İETT otobüsü ile, Kadıköy-Küplüce Mahallesi arasında sefer yapan 14-F numaralı otobüs, Kısıklı Mahallesi’nin Ferah tarafına düşen kısmından geçiyor. Zaten, toplu taşıma araçlarına ihtiyaç duyan kesim de ağırlıklı olarak bu civarda oturuyor ve sefer sayısının artırılmasını istiyor. Kadıköy-Rasathane arasında sefer yapan 14-R numaralı otobüs de, Alemdağ Caddesi’nden, Çakaldağı Mezarlığı’nın önünden geçiyor. Altunizade istikametindeki Kısıklı Meydanı’ndan ulaşım ise, sefer çeşitliliği sebebiyle daha kolay.

Kısıklı'da asayiş berkemal

Mahallenin eskileri, vaktiyle bu muhitin güvenliğinin atlı polisler tarafından sağlandığını anlatıyor. Eskiler, bu muhitin geçmiş zamanlarında da şimdi de, asayişi ciddi ölçüde bozan olaylar yaşanmadığını, “sessiz, sakin bir mahalle” olmaya devam ettiğini söylüyorlar. Vaktiyle “Çamlıcalı Haydar” lâkabıyla bilinen bir kabadayıdan bahsedenler de var; ama onun geleneksel mahalle kültürü içinde yer alan ve mahalleli tarafından sevilip sayılan “kabadayı”lardan olmadığını, zaten sonunda cezaevinde vurularak öldürüldüğünü anlatıyorlar.

Kısıklı Mahallesi, daha önce Kısıklı Polis Karakolu’nun sorumluluk alanındaymış. Ancak, Kısıklı Polis Karakolu’nun emniyet amirliği olması üzerine, Kısıklı’nın asayişi Çengelköy Polis Karakolu’na devredilmiş.

Dünya dönüyor, hayat devam ediyor… Ne kadar zayıflamış olursa olsun, geleneksel mahalle kültürümüz de, caminin, karakolun, bakkalın, kasabın, manavın, berberin, terzinin arasında hayat bulmaya devam ediyor…

Mahallenizi inceleyin, araştırın. Bir şarkı, bir türkü dinler gibi, bir film seyreder gibi, bir kitap okur gibi dalın içine. Daha önce farketmediğiniz nice zenginliklerle karşılaşacak ve mahallenizi daha fazla sevmeye başlayacaksınız…

Bize yazmaya, bize anlatmaya ne dersiniz?..

Çakaldağı Mezarlığı’nda tarihten şâhideler

“Şâhide” kelimesi, şâhitlik konusunda kullanıldığında ‘kadın şâhit’ anlamına geliyor. Ancak, ölüm ve mezarlıklar konusunda kullanıldığında, ‘mezar taşı’ anlamına geliyor. Fakat, öyle sıradan mezar taşları değil elbette. Hani şu üzerinde hüsn-i hatt’la yazılar yazan, motiflerle bezeli, son derece zarif duran ve her biri ayrı bir sanat eseri olan mezar taşları. Sözlük ifadesiyle, “Mezara dikine dikilen ve üzerinde yazı ve çiçek motifi bulunan baş ve ayak taşları.”

Kısıklı Mahallesi’nde, bir tarafı Alemdağı Caddesi’ne, diğer tarafı Ferah Caddesi’ne bakan Çakaldağı Mezarlığı’nın şahide’leri, hayatın da ölümün de şahitleri olarak, caddelerde yürüyenlere de, yanlarından belediye otobüsleri ve minibüslerle geçenlere de, “son durak”ın mezarlık olacağını fısıldıyor. Mezarlardaki ölüler yatay vaziyette dururken, şâhideler dik duruyor. Kimbilir belki de şahitlik yapmak mermer gibi sağlam olmayı ve dik durmayı da gerektiriyor. Nitekim, şâhideleri devrilen ölüler zamanla kaybolup unutulabiliyor…

Merhum Necip Fâzıl Kısakürek, “Canım İstanbul” şiirinde şöyle söylüyordu:

“Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
Her nakışta o mânâ: Öleceğiz ne çare?...”

Bizim kültürümüzde mezarlıklar, yerleşim yerlerinin dışına değil içine kurulur. Böylece, hayatta kalanlara birgün kendilerinin de mezara gidecekleri hatırlatılarak, kötülüklerden uzak durmaları ihtar edilir.

Müslümanlar için ölüm bir son değildir. Ölüm ve mezar, başka bir dünyaya geçişin kapısıdır. Bu kapı, her an açılabilecek bir kapıdır. Hayatla iç içedir. Tıpkı, mahalleyle mezarlığın iç içe olduğu gibi. Bu yönüyle ölüm, kendisinden kaçılan bir korku değildir. Dolayısıyla da mezarlıklarımız aynı zamanda şehirlerimizin en yeşil alanlarından birisidir. Ağaçlarla, çiçeklerle dolu, korkutan değil dinlendiren, huzur ve sükûnet telkin eden mekânlarıdır. Oysa yabancı sinema filimlerinde mezarlıklar hep ürkütücü, hatta akıl almaz korkunçluklarla dolu, dehşet veren mekânlar olarak yansıtılır. Bizim kültürümüzde ise mezarlık bir ibret ve nasihat, bir tefekkür mekânıdır.

Necip Fazıl Kısakürek,

“Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;
Çamlıca’da, yerdedir göklerin derinliği”

diyerek Çamlıca’nın güzelliğine özel bir vurgu yaparken, hayatın ölüme bakan tarafını da Karacaahmet Mezarlığı için söylemişti.

“Karacaahmet” şiirinde

“Deryada sonsuzluğu fikretmeye ne zahmet!
Al sana, derya gibi sonsuz Karacaahmet!”

diyen şair, “Canım İstanbul” şiirinde de

“Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;
Beyoğlu tepinirken, ağlar Karacaahmet…”

diyerek, mezarlığın taşıdığı değerleri özetlemişti

Karacaahmet Mezarlığı’na hiç de uzak sayılmayacak olan Çakaldağı Mezarlığı da aynı kültürün bir parçası elbette. Kısıklı Mahallesi de, bu ismi almadan önce vaktiyle Çakaldağı adıyla anılırmış. Çakaldağı Mezarlığı, mahalle sakinlerinden vefat edenleri barındırdığı gibi, yüzyıllar öncesine uzanan tarihten de şâhideler taşıyor.

İşte, kabir yerlerine arşiv kayıtlarında, yazılı eserlerde rastlanan ve şahideleri okunarak burada yattıkları tesbit edilen tarihî şahsiyetler:

1185 (1771) Kafesî destarlı. Divan-ı Hümayun Hacegânından sabıka yeniçeri efendisi İmam Hasan Efendi. (Sicill-i Osmanî, 2/56)

1196 (1782) Büyük molla sarıklı şahide. İmam-ı Şehinşahî, es-seyyid el-hac Osman Efendi.

1284 (1867) Bende-i al-i aba vakıf-ı esrar, Nizamiye Evrak Müdürü Şevket Baba.

1320 (1902) Evkaf-ı Hümayun Örümcek Müdürü Hüseyin Efendi’nin eşi Emine Hanım.

1321 (1903) Hazine-i Hümayun 3. kâtibi Şair Şevki Bey. (İnal, Son Asır Türk Şairleri, s. 1795)

1937 Şeyhü’l Vüzera Nuri Paşa’nın kızı Tayye (Atıyye) Hanım’ın eşi Halid Bey.

1969 “Kalbi her zaman vatan aşkı ile dolu” olduğu ifade edilen Türk devlet adamı Yusuf Kemal Tengirşek.

1980 Nazlı Tengirşek (Doğumu 1891)

1986 Spor gazeteciliğinin öncüsü Namık Sevik.

Tarihi olmayan fesli bir şahide, mezarlık kulübesinin karşısındadır. “Moravî Şeyh Ahmed Necib Efendizade saadetlu Mehmed Hayrullah Paşa Hazretlerinin harem ağalarından Mehmed Mercan Ağa’nın tarih-i irtihalleridir:

“Çar erkân cihandan çıktı fücceten itdi Mehmet Mercan.”

(Kaynak: Mehmet Nermi Haskan, Yüzyıllar Boyunca Üsküdar, Üsküdar Belediyesi Üsküdar Araştırmaları Merkezi Yayın No: 3, Temmuz 2001, 2. Cilt, s. 662)

20 Ağustos 2008 Çarşamba

Osmanlı’da esnaf,
kimsesiz çocuklara sahip çıkıyordu

Tarihimizde, ‘mahalle kültürünü’nün ayrılmaz bir parçası olan esnafların, sadece ticaret hayatında değil, sosyal hayatımızda da önemli hizmetler üstlendiği biliniyor. Bu sosyal hizmetlerden biri de, esnafların kimsesiz çocuklara sahip çıkmasıydı.

Osmanlı döneminde 1826’dan sonra kurulan İhtisap teşkilâtı, günümüzde belediye, zabıta, polis ve maliye, tarafından yürütülen işlerden bir kısmını yürütürdü. Kadı’lara bağlı olarak görev yapan bu teşkilat, özellikle ticaret alanında karşılaşılabilecek her türlü kötülüğü, uygunsuzluğu, haksızlığı, usulsüzlüğü ve yolsuzluğu engellemek için, çarşıda pazarda sıkı bir şekilde denetimler yapar, kanunların uygulanmasını sağlardı.

Bu denetimler sadece ticaret alanıyla sınırlı değildi. Osmanlı’nın son dönem ihtisap ağalarından Hüseyin Bey, bir çarşı denetimi sırasında, sırtına aşırı yük yüklenmiş bir eşek gördüğünde, bunun hayvana eziyet olduğunu düşünerek sahibini soruşturdu. Eşeğin sahibi, bir kahvehanede kahve içerken bulundu. Eşeğin sırtına çuvalları yükleyip kendisi keyifle kahve içen bu kişiye fena halde kızan Hüseyin Bey, çuvalları eşeğin sırtından indirtip sahibinin sırtına yükleyerek bir süre bekletti.

İhtisap Ağalığı daha sonra İhtisap Nazırlığı (Bakanlığı) olarak görev yaptı. Bu bakanlık, kimsesiz çocukları esnaflara emanet ederek, hem meslek sahibi olmalarını, hem de bir aile sıcaklığı içinde yetişmelerini de sağlardı.

İstanbul Belediye Zabıta Vakfı tarafından yayınlanan Mayıs 1997 tarihli “İstanbul Zabıta” dergisinde yer alan bilgiye göre, memleketin değişik bölgelerinden gönüllü olarak askere yazılmak için İstanbul’a gelen ancak 15 yaşından küçük oldukları için kanunen askere alınmaları ve tekrar memleketlerine gönderilmeleri mümkün olmayan çocuklar, İhtisap Nazırlığı’na havale ediliyordu. İhtisap Nazırı da, onların münasip birer esnafın yanına yerleştirilmelerini sağlıyordu. Esnaf, bu çocukları kendi çocukları gibi yetiştireceklerine söz veriyorlardı. Böylece, İstanbul’a gelen kimsesiz çocukların korunması, bakımı ve meslek sahibi olarak hayata atılmaları, esnaflar sayesinde devlet tarafından garanti altına alınmış oluyordu.

Esnafa emanet edilen kimsesiz çocuklara örnek vermek gerekirse;

Bozok’tan gelen 4 çocuk yorgancıya, İçel’den gelen 3 çocuk şekerciye, Eskişehir’den gelen 7 çocuk terziye, Akşehir’den gelen 12 çocuk terlikçiye, Gümilcine’den gelen 6 çocuk nalbanta, Denizli’den gelen 14 çocuk kalaycıya emanet edilmişti.